Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır. Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, bugünkü kullandığımız Miladi takvimde 20 Nisan'a denk gelen gecedir. Peygamberimiz, 571 yılında Rebiullevvel ayının on ikinci Pazartesi günü, tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.
HZ. MUHAMMMED ALEYHİSSELÂM’IN DOĞUMUNDAN ÖNCE ve SONRA MEYDANA GELEN OLAYLAR
Hz. Âmine, Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım de sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver," dediler.
Doğum gecesi, Hz. Âmine, kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batıyı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.
Yine aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."
Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu.
Yahudîler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resûlünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudî âlimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı.
Resûl-i Zîşanın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır: "Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri 'Hey Yahudîler!' diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudîler, “Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudî şöyle haykırıyordu: “Haberiniz olsun, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”
İbni Sa'd'ın naklettiği konu ile ilgili bir rivayeti ise şöyledir: Mekke'de oturan bir Yahudî vardı. Allah Resûlü’nün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu: “Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?” Kureyşliler, “Bilmiyoruz” cevabını verince, adam sözlerine devam etti: “Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alâmeti var.” Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudîye haber verdiler: “Bu gece Abdullah'ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.”
Yahudî gidip peygamberlik alâmetini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı: “Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.”
Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serveri’nin doğduğunda üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar. Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.
Bu işaret, her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Doğum gecesi, Kâbe'de tapılmakta olan çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş putları, yerlere yıkılıverdiler. Bu hâdisenin ifâde ettiği mânâ büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zât, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır. Gönüllerde pâk, nezih ve saâdet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır.
Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi... Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. İran’ın Medâyin şehrindeki Kisrâ Sarayının o sapasağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkıldı.
Kisrâ, memleketinin dinî reisleri ile bu meseleyi görüşmek üzere toplantıdayken İstahrabat'ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber geldi. . Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Bütün bunlar, yenidünyaya gelen zatın ateşe ve puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracağına işaret ediyordu.
Toplantıda bulunan İran başkadısı Mûbezan, gördüğü bir rüyâyı toplantıda şöyle anlattı: “Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar." Kisrâ, olayların sırrını Mûbezan'a sordu: Başkadının cevabı kısa ve öz oldu:”Araplar tarafından çok önemli bir şeyler olacağına işâret olabilir.”
Kisrâ, derhal Hîre Valisi’ne bir mektup yazarak, bu olayları yorumlayacak kudrette bir istedi.
Vali, derhal Abdü'l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Kisra’ya gönderdi. Gelen âlim, hakkında bir bilgi veremeyeceğini, ancak bu sorulara Şam yakınında oturan dayısı Satîh’in cevap verecek bilgisi olduğunu söyledi. Kisrâ, Abdü'l-Mesîh'i dayısı Satîh'ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere gönderdi.
Meşhur Şam kâhini Satîh, kemiksiz bir vücud, yüzü göğsü içinde acayip ve çok yaşlı bir kâhindi. Dâimâ sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı.
Abdü'l-Mesîh dayısı Satîh'in yanına vardığında Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın, gelen adamın ne selâmın alabildi ve ne de konuşabildi.
Abdü'l-Mesîh olup bitenleri anlatınca, Satîh gözlerini birden açtı ve adeta canlanarak heyecan içinde haykırdı:
“Ey Abdü'l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak. Asâ'nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semâ ve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satîh için. Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi.” Sasanîler’den, saraydan yıkılan burç sayısınca hükümdar geldikten sonra Sasanîler’in saltanatının yok olacağını bildirdi. Sözlerini bitirir bitirmez ruhunu Yüce Allah'a teslim etti.
Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. Olaylar, Satîh'in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye'de Hâtemü'l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı.
Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü bir anda kurudu. Bu da, gelen zâtın, Allah'ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağına işaret ediyordu.
Semâve Vadisi taşan teller tltında talıp, tuya tark tldu. Seller Semâve Vadisi ve Semâve şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü. Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur. Hattâ çok kâhinler îmâna geldiler. Çünkü daha cinler tâifesinden olan muhbirlerini bulamadılar."
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onu bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz. Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.
Resulullah dünyaya gelince, amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişti. “Ona süt vermek şartı ile, seni azat ettim” demişti. Hafız Muhammed ibni Cezeri Şafii diyor ki: “Ebu Leheb rüyada görülüp, ne halde olduğu sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor. Resulullah dünyaya gelince, müjde veren cariyemi sevincimden azat etmiştim. Bunun için, bu gecelerde azabım hafifliyor” dedi.
Ebu Leheb gibi azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin, ümmetinden olan bir mümin, O’nun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ onu Cennetine sokar. [M. Nasihat]
Resulullah efendimiz, Mevlid gecelerinde ashab-ı kirama ziyafet verir, dünyaya teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hz. Ebu Bekir de, halife iken, ashab-ı kiramı toplar, Resulullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı
Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler. O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler. Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda, "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu. Onlar da "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler. Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum! "Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi. Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar. Ertesi gün Yahudiye vardılar: "Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi. Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler. Pegamberimizi Yahudi’nin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada, "Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler. Yahudi, "Artık İsrailoğulları’ndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir. Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.
Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruluyor ki: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiya 107]
Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. [Sebe, 28]
Senin için bitmeyen, sonsuz mükafaat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin [Kalem 3-4]
Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın! [Duha 5]
Her müminin Resulullah’ı çok sevmesi gerekir. Bu da zaten imanın gereğidir. Çok sevmek kâmil mümin olmanın da alametidir. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz.” [Buhari]
Doğum gününe önem vermeyi Hristiyanlar, Müslümanlardan öğrenip almışlardır.